KÜÇÜK KALPLERİN BÜYÜK YÜKLERİ
Bir çocuğun kalbi ne kadar kırılabilir?
Bir omuz acıyı ne kadar taşır?
Bir annenin sessizliği ne zaman çığlığa dönüşür?
Zorbalık sadece “çocukların arasındaki bir gerginlik” değildir.
Bu ülkede kimi zaman bir tokat izinde, kimi zaman bir alaylı bakışda, kimi zaman bir okul duvarının dibinde, kimi zaman bir park köşesinde başlar; çoğu zaman da bir çocuğun hayatını belirleyen ilk travmaya dönüşür.
Ve biz çoğu kez seyirci kalırız.
Görürüz ama görmezden geliriz;
duyarız ama duymamış gibi yaparız;
çocuğun ruhundaki yarayı ''.......''diye etiketler, asıl şiddeti fısıltıya dönüştürürüz.
Ahmet’in Karanlığa Düşen Işığı
Bu sessizlik en çok Ahmet’in hikâyesinde yankılandı.
Ahmet Minguzzi…
Hayatın tüm ağırlığını taşıyamayacak kadar küçük omuzlarla yaşama tutunmaya çalışan bir çocuk.
Onu yalnızca bir fotoğrafta gördük: gülen bir yüz, masum bir bakış, yarım kalmış bir öykü.
Ama annesi Yasemin Minguzzi’nin feryadı bize şunu hatırlattı:
Bir çocuk sadece evde değil, okulda, sokakta, oyun alanında da korunamadığında toplum görevini yapmamış demektir.
Çünkü Ahmet’in yaşadıkları, tek bir anın değil, bir sürekliliğin, birikmiş zorbalığın, görmezden gelinmiş işaretlerin, ciddiye alınmamış çığlıkların sonucuydu.
Yasemin Minguzzi: Bir Annenin İnsanüstü Direnişi
Bir annenin acısının tarifi olmaz.
Ama Yasemin Minguzzi'nin sesi bu ülkede çığlık gibi yankılanıyor.
Onun çırpınışı yalnızca adalet arayan bir annenin çabası değildir;
Psikolojide “travma sonrası anlam arayışı” olarak tanımlanan o insanüstü direncin ta kendisidir.
Bir annenin yasını
Bireysel yas: kendi çocuğunun acısı.
Toplumsal yas: başka çocuklar ölmesin diye sürdürülen mücadele olarak ayırabiliriz.
Yasemin Minguzzi artık bireysel yasını geride bırakıp toplumsal yasın öncülüğünü yapıyor.
Her açıklaması, her yürüyüşü, her haykırışı, her gözyaşı şunu söylüyor:
“Benim çocuğum geri gelmeyecek… ama başka annelerin yüreği yanmasın.”
Bu fedakârlık, bir annenin taşıyabileceği en büyük yüklerden biridir.
Onu ayakta tutan, Ahmet’in yarım kalmış hayatına duyduğu borç değil sadece; diğer çocuklara duyduğu sorumluluktur.
Kaybettiğimiz Diğer Çocuklar: İsimsiz Yarınların Çöküşü
Ahmet yalnız değildi.
Ceylan…
Efe…
Derin…
Her biri başka bir hikâyeydi.
Ama kaderleri aynı acının altına yazıldı:
Okullarda korunamayan, sokaklarda yalnız bırakılan, parklarda gözetilmeyen, ders aralarında zorbalığa uğrayan çocuklar…
Kimi yalnızca gözleri dolu dolu bakarak anlatmaya çalıştı acısını,
kimi arkadaşlarının alaylarıyla içine kapandı,
kimi bedeninde darbe izleri taşıdı,
kimi ise susmayı öğrendi.
Ve en büyük tehlike buydu: susmak.
Çünkü çocuk sustuğunda, toplum çöküyor demektir.
Okullarda Başlayan, Sokaklarda Büyüyen, Evlerde Görmezden Gelinen Karanlık
Akran zorbalığı yalnızca okulda meydana gelmez.
Toplumsal yapının mikro çatlaklarında büyür:
Teneffüste bir çocuğu köşeye sıkıştıran birkaç kişi,
Parkta sallanmak isteyen bir çocuğun “sen o salıncağa binemezsin” diye itilmesi,
Sokakta güçlünün güçsüze kurduğu baskı,
Ev içinde “ağlama, abartıyorsun” diye hafife alınan şikâyetler…
Hepsi aynı karanlığın farklı yüzleridir.
Ve bu karanlığı besleyen en büyük şey yetişkinlerin duyarsızlığıdır.
Psikologlar bunu “öğrenilmiş çaresizlik” olarak açıklar:
Çocuk ne kadar anlatırsa anlatsın sonuç alamadığı bir ortamda büyüdüğünde, zamanla konuşmayı bırakır.
İşte o an tehlike başlar.
Ekranlar, Algı ve Yeni Zorbalık Biçimleri (Sona Yaklaşırken)
Bugün zorbalığın yeni bir yüzü de ekranların arkasındadır.
Sosyal medya, çocukların görünmez yaralarını büyüten bir mecra hâline geldi.
Bir fotoğrafın altına yazılan tek bir aşağılayıcı yorum, bir çocuğun dünyasını paramparça edebilir.
Bir videonun gizlice çekilip paylaşılması, yıllarca süren bir utanç duygusuna dönüşebilir.
Kaybettiğimiz çocukların isimleri hâlâ kulaklarımıza fısıldıyor:
“Bizi koruyamadınız.”
Çocukları Yaşatmak Bir Vicdan Meselesidir.
Akran zorbalığı hukuki bir sorun, pedagojik bir sorun, psikolojik bir sorun…
Ama hepsinden önce vicdani bir sorundur.
Ahmet’in gülüşü yarım kaldıysa,
başka çocukların fotoğrafları siyah çerçevelerde dolaşıyorsa,
anneler adliye kapılarında sabahlıyorsa
biz bir sınavı kaybettik demektir.
Ama Yasemin Minguzzi gibi anneler hâlâ ayaktaysa… hâlâ umut vardır.
Ve belki bir gün,
çocukların yükünü hafifletecek bir toplum olabiliriz.
Ayşegül Çimen bir öğretmen ve Ceyhan Kızılay Kadın Başkanı olarak sosyal sorumluluk projeleri üretir, toplumsal farkındalık yaratmak için çaba sarfeder.

