Ayşegül

Tarih: 01.12.2025 09:38

KADIN ELİYLE HAYAT

Facebook Twitter Linked-in

‎KÜÇÜK KALPLERİN BÜYÜK YÜKLERİ

‎Bir çocuğun kalbi ne kadar kırılabilir?
‎Bir omuz acıyı ne kadar taşır?
‎Bir annenin sessizliği ne zaman çığlığa dönüşür?
‎Zorbalık sadece “çocukların arasındaki bir gerginlik” değildir.
‎Bu ülkede kimi zaman bir tokat izinde, kimi zaman bir alaylı bakışda, kimi zaman bir okul duvarının dibinde, kimi zaman bir park köşesinde başlar; çoğu zaman da bir çocuğun hayatını belirleyen ilk travmaya dönüşür.

‎Ve biz çoğu kez seyirci kalırız.
‎Görürüz ama görmezden geliriz;
‎duyarız ama duymamış gibi yaparız;
‎çocuğun ruhundaki yarayı ''.......''diye etiketler, asıl şiddeti fısıltıya dönüştürürüz.

‎Ahmet’in Karanlığa Düşen Işığı
‎Bu sessizlik en çok Ahmet’in hikâyesinde yankılandı.
‎Ahmet Minguzzi…
‎Hayatın tüm ağırlığını taşıyamayacak kadar küçük omuzlarla yaşama tutunmaya çalışan bir çocuk.
‎Onu yalnızca bir fotoğrafta gördük: gülen bir yüz, masum bir bakış, yarım kalmış bir öykü.

‎Ama annesi Yasemin Minguzzi’nin feryadı bize şunu hatırlattı:
‎Bir çocuk sadece evde değil, okulda, sokakta, oyun alanında da korunamadığında toplum görevini yapmamış demektir.

‎Çünkü Ahmet’in yaşadıkları, tek bir anın değil, bir sürekliliğin, birikmiş zorbalığın, görmezden gelinmiş işaretlerin, ciddiye alınmamış çığlıkların sonucuydu.

‎Yasemin Minguzzi: Bir Annenin İnsanüstü Direnişi
‎Bir annenin acısının tarifi olmaz.
‎Ama Yasemin Minguzzi'nin sesi bu ülkede çığlık gibi yankılanıyor.
‎Onun çırpınışı yalnızca adalet arayan bir annenin çabası değildir;
‎Psikolojide “travma sonrası anlam arayışı” olarak tanımlanan o insanüstü direncin ta kendisidir.

‎Bir annenin yasını
‎Bireysel yas: kendi çocuğunun acısı.
‎Toplumsal yas: başka çocuklar ölmesin diye sürdürülen mücadele olarak ayırabiliriz. 


‎Yasemin Minguzzi artık bireysel yasını geride bırakıp toplumsal yasın öncülüğünü yapıyor.
‎Her açıklaması, her yürüyüşü, her haykırışı, her gözyaşı şunu söylüyor:

‎“Benim çocuğum geri gelmeyecek… ama başka annelerin yüreği yanmasın.”

‎Bu fedakârlık, bir annenin taşıyabileceği en büyük yüklerden biridir.
‎Onu ayakta tutan, Ahmet’in yarım kalmış hayatına duyduğu borç değil sadece; diğer çocuklara duyduğu sorumluluktur.


‎Kaybettiğimiz Diğer Çocuklar: İsimsiz Yarınların Çöküşü

‎Ahmet yalnız değildi.
‎Ceylan…
‎Efe…
‎Derin…

‎Her biri başka bir hikâyeydi.
‎Ama kaderleri aynı acının altına yazıldı:
‎Okullarda korunamayan, sokaklarda yalnız bırakılan, parklarda gözetilmeyen, ders aralarında zorbalığa uğrayan çocuklar…
‎Kimi yalnızca gözleri dolu dolu bakarak anlatmaya çalıştı acısını,
‎kimi arkadaşlarının alaylarıyla içine kapandı,
‎kimi bedeninde darbe izleri taşıdı,
‎kimi ise susmayı öğrendi.
‎Ve en büyük tehlike buydu: susmak.
‎Çünkü çocuk sustuğunda, toplum çöküyor demektir.
‎Okullarda Başlayan, Sokaklarda Büyüyen, Evlerde Görmezden Gelinen Karanlık
‎Akran zorbalığı yalnızca okulda meydana gelmez.
‎Toplumsal yapının mikro çatlaklarında büyür:
‎Teneffüste bir çocuğu köşeye sıkıştıran birkaç kişi,
‎Parkta sallanmak isteyen bir çocuğun “sen o salıncağa binemezsin” diye itilmesi,
‎Sokakta güçlünün güçsüze kurduğu baskı,
‎Ev içinde “ağlama, abartıyorsun” diye hafife alınan şikâyetler…
‎Hepsi aynı karanlığın farklı yüzleridir.
‎Ve bu karanlığı besleyen en büyük şey yetişkinlerin duyarsızlığıdır.

‎Psikologlar bunu “öğrenilmiş çaresizlik” olarak açıklar:
‎Çocuk ne kadar anlatırsa anlatsın sonuç alamadığı bir ortamda büyüdüğünde, zamanla konuşmayı bırakır.
‎İşte o an tehlike başlar.

‎Ekranlar, Algı ve Yeni Zorbalık Biçimleri (Sona Yaklaşırken)

‎Bugün zorbalığın yeni bir yüzü de ekranların arkasındadır.
‎Sosyal medya, çocukların görünmez yaralarını büyüten bir mecra hâline geldi.
‎Bir fotoğrafın altına yazılan tek bir aşağılayıcı yorum, bir çocuğun dünyasını paramparça edebilir.
‎Bir videonun gizlice çekilip paylaşılması, yıllarca süren bir utanç duygusuna dönüşebilir.
‎Kaybettiğimiz çocukların isimleri hâlâ kulaklarımıza fısıldıyor:
‎“Bizi koruyamadınız.”
‎Çocukları Yaşatmak Bir Vicdan Meselesidir. 

‎Akran zorbalığı hukuki bir sorun, pedagojik bir sorun, psikolojik bir sorun…
‎Ama hepsinden önce vicdani bir sorundur.

‎Ahmet’in gülüşü yarım kaldıysa,
‎başka çocukların fotoğrafları siyah çerçevelerde dolaşıyorsa,
‎anneler adliye kapılarında sabahlıyorsa
‎biz bir sınavı kaybettik demektir.
‎Ama Yasemin Minguzzi gibi anneler hâlâ ayaktaysa… hâlâ umut vardır.
‎Ve belki bir gün,
‎çocukların yükünü hafifletecek bir toplum olabiliriz.



‎Ayşegül Çimen bir öğretmen ve Ceyhan Kızılay Kadın Başkanı olarak sosyal sorumluluk projeleri üretir, toplumsal farkındalık yaratmak için çaba sarfeder. 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —